Günlerdir sayıkladığım, hayallerini kurduğum Bozcaada gezimize 1 gün kalmış, oh be sonunda sakin, sessiz, huzurlu bir mola verecektik hayata. Bunları düşünüp mutlu mutlu gülümsüyordum ki Milliyet Gazetesi gözüme ilişti. Ege ve Marmara da fırtına uyarısı ! Yok artık, kesin kamera şakası. Şaka olsun lütfennnn çünkü feribotla geçeceğiz ve midem denen organ o kadar hassas ki resmen ağzımda yaşıyor. Neyse moral bozmak yok, yarın olsun bakalım
Sabah erken kalkıyoruz ki saat:13:00 deki feribot a yetişelim, Çandarlı, Dikili, Ayvalık, Küçükkuyu istikametinde keyifli bir yolculuk başlıyor, sohbet edip, poğaçaları atıştırırken zaman nasıl geçiyor anlamak mümkün değil.
Mola için en güzel yer, Manzara Cafe; Küçükkuyu yu geçtikten sonra dağın üstünde. Muhteşem bir manzarası var; deniz ayaklarının altında, her yer yemyeşil, mis gibi bir hava. Haydi o zaman tavşan kanı çaylar da gelsinnn...
Kaz dağları muhteşem güzel, birgün buraya da gelmek için sözleşiyoruz. Şömineli dağ evleri varmış konaklamak için, börtü böcekten korkan ben, dağın içindeki yabani hayata ne kadar uyum sağlarım o bilinmez.
Geyikli sapağından ayrılıp limana geliyoruz, araba sırası başlamış biz 3. sıranın başındayız. Feribotun da pek kalkmaya niyeti yok derken, arkadan yeni gelen her araç, sıra falan takmadan feribot a gidiyor.
Ulennn noluyoruz hoop , korna derken, içeri alan abi “tamam abi sen de gel” diye bize işaret ediyor. Sistem garip yani, sessiz beklesen feribot dolacak sen saf saf kalacaksın. O yüzden baktınız uyanıklar var, ezdirmeyin kendinizi derim ben.
Navigasyona Siesta yazıp bir heyecanla gidiyoruz 4 günlük yuvamıza. Gördüğüm an büyüleniyorum. Deniz manzarası ve şirin bir havuzu olan, 10 odalı, kırlangıç kuşlarının sesi ile dolu, tam da hayallerimdeki otel.
Kalp mi çıkmış ne??? |
Hangi yoldan giderseniz gidin dönüp yine merkeze çıkıyorsunuz, adada kaybolma derdi yok. Biz de kıyı kıyı ilerlerken, Akvaryum koyunu, Ayazma Plajını, Rüzgar Güllerini, üzüm bağlarını , bağların içindeki şipşirin taş evleri ağzımız açık izliyoruz.
İstasyonun yanında pizzacı var adı bizi gülmekten öldürüyor; Tayyare Pizza. Ayazma da yüzerken sipariş verseniz bile gelip sizi plajda buluyorlarmış, hizmette o kadar sınır yok yani.. Biz yiyemedik çünkü daha sezon başlamadığı için burası da açılmamış.
Buraya kadar gelip de rüzgar güllerini görmeden olur mu hiç.
Her koyda ayrı bir güzellik, rüzgarla birlikte denizin kayalara çarparak aldığı görüntü müthiş, sürekli arabadan inip seyrediyoruz.
Merkez e indiğimizde herkesin elinde aynı pastanenin torbası olduğunu görüyorum. Bu arada adada poşet kullanmak yasak, herkes kağıt torbalarda ya da keselerde veriyor malzemeleri, bu durum benim çok hoşuma gitti.
E biz eksik mi kalacağız diye (ki bundan sonra sabah akşam uğrayacağız) Çiçek Pastanesinde alıyoruz soluğu. Adanın meşhur neyi var diye sorarsanız en başta bu pastane yazılmalı bence.
İçeride bizim Kavala Kurabiyesi diye bildiğimiz, bademli kurabiyeler var. Aslında Kavala adını sonradan almış, ilk buradaki Rumlar yapıyormuş, sonra göç edenler yüzünden Kavala ya gitmiş. Burada adı; Sofi Badem Kurabiyesi (Sofia; tarifini mirasçılarından aldıkları Rum bir kadın)
Pastanenin diğer meşhur tatlısı ise Karadenizli olmalarından dolayı Hacı Tahir Badem Lokumu. Off o ne güzel lezzettir öyle, dışı daha katı, içi ise yumuşacık, mis gibi bademlerin tadı, müthiş. Ben şahsen Sofia nın kurabiyesindense bu tadı daha çok beğendim.
Bu arada isterseniz mıhlama ve karadeniz den gelme süper kavurmaları da var, denedim de oradan biliyorum
İlk gece denediğimiz Şarap (Vasilaki) içimizi yaktı, içkiye pek de alışık olmayan bünyeye fazla alkollü geldi sanırım. O kadar çok meze yiyoruz ki zaten kurabiyelerle doldurduğum karnım yeterrrrr diye bağırıp duruyor, balıklar yarına kaldı. Bu Rum meyhaneleri çok keyifli, çalan müzik bile sizi yeniden ve yeniden aşık edebilir.
Kaleyi hep dışarıdan fotoğrafladık şimdiye kadar, hadi bakalım içinde neler varmış diyoruz. Kapıda görevli masası var, Tv açık ama bir eksik var, hıımmm tamam görevli yok.
Fiyatlara bakıyoruz 5 TL yazıyor, neresine alıyorsun bu parayı, her yeri ot sarmış, bakımsızlıktan girilemeyecek hale gelmiş ...
Kaleyi kimin yaptırdığı belli değil, adadaki haklarını kaybeden Venedikliler kaleyi yağmalayıp öyle gittiğinden Fatih Sultan Mehmet zamanında kalıntıların üzerine kale tekrar yaptırılmış ve bugünkü halini almış.
Dış kale ve iç kale olmak üzere 2 kısımdan oluşuyor, 3 tarafı denizle çevrili, adaya tek bağlı olduğu kısım ise 10 metre genişliğinde bir hendekle adadan ayrılmakta.
Bu heybetli kale bizde değerini bulamıyor bence, kalenin surları, her yeri yüzyıllardır sapasağlam kalmayı başarabilmiş ama onu bakımlı tutmayı bile becerememişiz. Bilgilendirme levhası diye birşey bulmak mümkün değil, ufacık yazılar ise çoktan silinmiş gitmiş.
Topların olduğu kısımda ufacık şeymiş diye güllelerden birini elime alıyorum daha doğrusu alamıyorum, kımıldamıyor bile, kaç kilosun arkadaş sen.
Sevgilime bisiklet kiralayalım diyorum, zaten ömrünün yürüyüşünü, benim için yaptığına dua etmemi isteyen bir surat ifadesi var karşımda. O zaman okuduğum bir fıkradaki taktiği uyguluyorum. Daha kötüsünü gösterip, azına razı etmek :)
Ayy aşkım tamam o zaman motor kiralayalım, hem yorulmayız, üff ne tatlılar baksana, nolur nolur, ben kullanacağım... Emniyet hastası sevgilim, “bence bisiklete binelim, başka günde motor kiralarız” diye aklınca beni motordan soğutuyor, bisiklet işi tamamdır yani :)
Benim bisiklet sevgiliminkinden hallice, daha doğrusu sanki onunki elde yapma gibi, demir yığını :) Elleri bile kapkara oluyor. Zaten kiralama yerinde kendi aralarında sohbet halindeler sizinle ilgilenen de yok, garip bir yer.
Kaldığımız otel muhteşem, bizim kapının önünde bile kırlangıçların yuvaları var, sabah telefonun alarmı hala iş saatine ayarlı olduğundan erkenden kalkıp camları açıyorum ki, o müthiş seslerin arasında taptaze hava ile kalkalım.
Şeftali, kayısı, kiraz her türlü ağaç mevcut. Herşey doğal, her kahvaltı da 3 çeşit reçel çıkıyor her gün de çeşitleri değişiyor. Mesela; incir, domates, karadut, vişne, çilek...vs hatta yol kenarlarında gördüğümüz gelincikten bile reçel vardı
Otelin bir de plajı mevcut, normalde çok dalgalı olmazmış fakat biz oradayken giremedik, bir de tabii deniz kestanesi varmış :)
Eğer gitmeyi düşünüyorsanız kesinlikle tavsiye ederim,.
Adada herkes ATV kullanıyor ya da motosiklet, bir de traktörümsü bişey var, kocaman değil ufak minyatür traktör diyeyim, resmini çekemediğim için.
Ertesi akşam Battı Balık adlı restoranı gözümüze kestiriyoruz, daha lezzetli bir şarap eşliğinde. Bu defa az meze, çok balık mantığıyla; asma yaprağında pişirilmiş barbunları, tereyağında pişmiş lezzetli karidesleri indiriyoruz mideye.
Ayrıca tarak diye bir mezeyi de çok beğeniyorum adam şu şekil tarif ediyor “Shell in amblemi gibi bir midyenin içinden yapılıyor, sadece bu adada bulunuyor” Shell markası ne kadar insanların beynine kazınmış helal olsun diyorum.
Ertesi gün Polente Fenerini bulmayı umarak bayağı yol gidiyoruz, ben sürekli “ tamam işte bu yol” diye apır sapır yollara sokuyorum, zıplaya zıplaya giderken bir de pişkin pişkin “kızdın mı , niye sesin çıkmıyor” diye de üste çıkıyorum, gösterdiğim hiçbir yol çıkmıyor elbette.
Yine rüzgar güllerine gelince bekçiye sormak aklına geliyor sevgilimin, meğerse tesisin içinden toprak bir yol oraya gidiyormuş ama akşam 6 dan sonra açıkmış. Ok dedik 18:00 den sonra damlarız buraya.
Fener sevdalısı kocamı elinden tutar getiririm. Bu adam niye ille fener diye tutturdu anlamadım, evli olmasak beni tenha yerlere götürmek istiyor diye düşüneceğim o derece, adam artık ne yapsın tenha yeri, elinin altındayım nasıl olsa di mi ama.
Akşamüstü 6 oldu geldik mi; geldik, bekçi değişmiş mi; değişmiş yeni bekçi bizi içeri aldı mı; hayır :)
Kaçar mı sevgilimden adamın altından girdi üstünden çıktı, söz vermeseydiniz, diğer bekçiyi ara sor, bu kadar yol geldik... ooo neler neler. Zaten girince “buraya benden başka kimse sokamazdı seni :)” diye de bayağı bir hava attı.
Tamam girdik girmesine de yol bir kötü sormayın, az gittik uz gittik, kumla dolu kısma gelince arabayı terkedip yaya olarak devam ettik. Yani ATV ile gelmek lazımmış, şimdi batarsak bekçi önce gün batımını bekliyoruz sanacak, gelmeyecek, sonra da ohh oldu deyip ölse kurtarmayacak bizi. Öyle böyle ıssız değil çünkü.
Tatilimizin geri kalanını rüzgarın hafiflemesinden dolayı Ayazma Plajında geçirdik. Upuzun incecik kumlarla kaplı, tertemiz bir deniz, şunu da ekleyim buzluktan yeni çıkmış gibi. Temmuz ayında bile böyleymiş suyun sıcaklığı.
Ada sit alanı olduğundan her yere bina yapamıyorsunuz, otellerin çoğu zemin katlı; yerden kazanmak için, o yüzden plajın etrafında derme çatma restoranlar var. Biz gitmedik ama Ali Baba da Kalamar-Bira yapmadan dönmeyin diyorlar.
Cumartesi günü uçurtma şenliği var ama biz 1 saat geç gidince herkes kapışmış uçurtmaları, ben kenarda ööle yetim gibi bekledim. Sevgilim aradı falan ama ne mümkün tek bir tane bile bulamadı.
Adaya bir sürü Harley ci gelmiş. Bu sıcakta deri yelekler pantolonlar falan, hep merak ederim pembe şortlu, askılı yeşil body li tipler hiç sürmez mi, sürse çok mu ayıp kaçar, amaç farklı olmak değil mi giyseler amaca yönelik olmaz mı, siyah bandana, siyah uzun sakallar, fenalık geçir miyorlar mı, evde penye eşofman giymiyorlar mı...
Bunun gibi saçma sorular doluşuyor beynime.
Biz bu gezide huzur bulduk, stres filan kalmadı, deşarj olduk resmen. Adayı da çok sevdim.
Ayrılmadan şarap tadım mağazalarını gezdik, en lezzetlilerinden 3 şişe aldık. Tanesi 13-20 TL falan, meyhanelerde verdiğimiz 40 TL neydi o zaman diye iç geçirdik.
İtiraz ettik, 40 defa özür dileyip değiştirdiler ama içimizde şüphe de kalmadı değil, sarhoş adam hesaba mı bakacak diye düşünüp, herkese böyle geçiriyorlar mı acaba.
Sokak arasında hediyelik sergiler açılmış, bayağı uzun bir süre oyalanıyoruz, camdan uğur böcekli ve yelken motifli kaşıklıklardan alıyorum bol bol, buzdolabı süsleri (ki bizim buzdolabına yapışmıyor, davlumbazı da ne kadar daha doldurabiliriz bilmiyorum) de herkese alındıktan sonra rahatladık.
Feribot a binmeden hafif birşeyler yiyelim diye Eski Kahveye oturuyoruz, buranın biz de hatırası büyük, daha sevgililik zamanları gelmişiz Bozcaada’ya hem de günübirlik, cıss sevgiliyken birlikte kalınmaz kuralı var.
O zaman burada oturup keyifle kahvelerimizi içip, bol bol sohbet etmiştik. Sevdiğim benimle güzel birgün geçirmek için o gün 700-800 Km yol yapmıştı hiç dinlenmeden.
Eski Kahve de salatalarımızı söylüyoruz, ağzımızı açmadan baştan aşağı duygu sömürüsü olarak doğmuş bir kedi geliyor, bir miyav deyişi var, al arabanın anahtarını, cebimdeki parayı diyesin geliyor.
Bir iki tamam da hem sevgilimin salatasındaki tavukları, hem benim hellimleri tükettiği halde, sesi hala kesilmiyor. Sende ki nedir, çöp tenekesi mi, bi doymadın be hayvancık. Sonradan garip garip sesler çıkarmaya başlayınca ölüyor sanıp telaşlandık ama sanırım hazmetmeye çalışıyordu. E kolay değil ikimizden fazla tıkındı kerata
Ekmeklerle kargaları besliyoruz, çok zeki hayvanlar bu arada, yerdeki kargaya atıyorum ama ağacın üstünden bizi dikizleyen bir tanesi hooop kapıveriyor.
Çiçek pastanesine de uğramadan olmaz tabii, anneye, teyzeye, İstanbuldaki anneye, işyerine...vs say say en sonunda elimizde bir sürü kutucuk ayrılıyoruz. Ama kutuları da bir tatlı ki sormayın, üzerinde Adanın resmi var. Hiç süslemeye gerek yok, şahane. Bu arada kilosu 30 TL.
Feribot; araç + biz : 58 TL ödemiştik, bu geliş ve gidiş toplam fiyatı.
Karşımızda sürekli öpüşüp duran bir çift çaylarını almış, badem lokumunu mideye indiriyor, off bayılacağım sanki, deli gibi canım çekti. Arabada bırakmasak paketleri, hepsini o an silip süpüreceğim o denli.
Kale den uzaklaşıyoruz, en güzel manzaralı mezarlığı da geçtik. Bu mezarlık Osmanlı döneminden kalma en eski mezarlık (1714) .
Aburga Ahmet Dede Türbesi, limanın hemen sol tarafında bulunuyor. İçinde 10 mezar var, Aburga dedenin mezarında denizciler dua eder ve adak adarlarmış. Hala halk tarafından kullanılıyor.
Elveda güzel ada, elbet yeniden geleceğim. ...
Notlar düşmem gerekirse
-Çiçek pastanesinin bayan sahibine denk gelip tüm hayat hikayesini, yurtdışındaki akrabalarını, Türk lerin Rumlardan daha içine kapanık olduğunu, çocuklarının eğitimini ...vs dinleyip yarım gününüzü harcamak istemiyorsanız, gördünüz mü kaçın:)
-Talay ın satış mağazasında 13 TL ye alacağınız şaraba yandaki Rum meyhanesinde 40 TL vermemek için bence indirim isteyin, biz yapmadık son gün şarap fiyatlarını görünce kötü hissettik.
-Bisikleti kiralamak için biraz dolaşın, bizim kiraladığımız yerin arkasındaki rent te bisikletler daha bakımlıydı mesela. Saatine 10 TL aldılar.
-Şarap tadım mağazalarını gezin, tadın tadın kafa yapın
-Feribot saatleri yazılandan farklı olabiliyor, yoğun olursa ek seferler koyuyorlar aklınızda olsun, limana gidip mutlaka teyidini alın.
-Akvaryum ve Habbele koylarına da gidip yüzün.
-Bayramlarda çok kalabalık oluyormuş, bu durumda park yeri ve plajlarda şezlong bulmak imkansız.. Mümkünse sakin günlerde tadını doya doya çıkarın adanın.
-Mutlaka Siesta da kalınmalı, deniz görmeyen otele otel demem ben
-Giderken tüm sevenlere Hacı Tahir Badem Lokumu ve Sofia nın kurabiyelerinden alınmalı
-Mutlaka bu adresten feribot saatlerine önceden bakın, çok sık sefer yok ; http://www.gestasdenizulasim.com.tr/
-Simyonaki (sanırım sadece Simyon meyhanesinde var) mutlaka tadılmalı
-Ev yemeği için Güveç isimli bir restorandaydık, siz Limon Cafe de Biftek yeseniz daha mantıklı olur bence
-Balık yedikten sonra mutlaka dondurmalı, fırınlanmış, Kadir Yaşar peynir tatlısından isteyin. Off o neydi öyleee
-Çok canımız çektiği halde şöyle bol malzemeli bir hamburger yapan yer bulamadık.
-Havuz olmasın ve merkeze de yakın olsun derseniz; Limani Oteli seçebilirsiniz
Veee.. Merakla beklenen bozcaada gezisi :) havaya ragmen bence hersey super olmus.. bana cunda sokaklarini hatirlatti..mezeler sokaklar falan.. ayrica bisiklet motordan cok daha dogru bir secim olmus arkadasim :)
YanıtlaSilÇok keyifliydi, arada h.sonları kaçmayı düşünüyoruz.
SilMotor kullanmayı da severim ama Bozcaada da sadece bir piyon olarak öne sürdüm :)
Cunda ya benziyor evet, öyle keyifli işte...
ay yazilarinizi cok begeniyorum, cok tatlisiniz!
YanıtlaSilBen de boyle insana enerji veren daha fazla yazma istegi uyandiran yorumlara bayiliyorum. Sevgiler
Sil